26 Ağustos 2015 Çarşamba

Son Ayin - The Last Rite - Jasper Kent



Bir çok kişi (özellikle Fantastik edebiyat hayranları)  özel isimler verilmiş silahları özellikle kılıçları bilirler. Kendisine sahne ismi olarak da seçilen Bilbo Baggins’in kılıcı STING, ya da meşhur büyücü Gandalf’ın efsanevi kılıcı GLAMDRING. Hobbit filminde cücelerin önderi Thorin Oakenshield’in kılıcı ORCRIST. Biraz da Game of Thrones’dan örnek verecek olursam; Eddard Stark’ın dev kılıcı ICE, Jon Snow’un kurt başlı kılıcı LONGCLAW veya Arya Stark’ın minyatür kılıcı NEEDLE gibi. Peki bir kayaya saplanmış ve çıkaran kişiyi kral yapacağı söylenen Kral Arthur’un kılıcı EXCALIBUR. Sadece kılıçlar değil başka silahlara da isimler verilmiştir. Harry Potter’ın akıl hocası Albus (Percival Wulfric Brian) Dumbledore ‘un MÜRVER ASA’sı,  ya da Nagasaki’ye atılan atom bombası FAT MAN, Hiroşima’ya atılan bombaya da LITTLE BOY bunlardan birkaç tanesi.

Bugün benim değinmek istediğim silah ise ASCALON. Bazıları için kılıç bazıları için ise mızrak olan St. Geoge’un silahı. Peki neden bu silah? Ben daha önce duymamıştım ama Danilov Beşli’sinin sonuncusu “Son Ayin’de” (Jasper Kent)  St. George ile ilgili bir hikaye ile kitabına başlayınca biraz inceledim ve ilginç bilgilere ulaştım ve bunu sizlerle paylaşmak istedim.

St. George, 23 Nisan 303 yılında Nicomedia’da (bugünkü İzmit)kafası kesilerek idam edilir. Kendisinden dini inancını Hıristiyanlığı terk ederek Roma İmparatorluğunun inançlarını geçmesi istenir. O dönemde Hristiyanlığa pekiyi bir gözle bakılmıyordu fakat St. George bu teklifi reddeder. Hıristiyanlığı terk etmez. Bunun sonucunda idam edilir. O günden sonra 23 Nisan bu olayın anısını yaşatmak adına Aziz George Yortusu olarak kutlanır. Fakat bizi ilgilendiren öykü bu değil!

Aziz George asıl ününü kimine göre orta Doğu’da bir ülkede kimine göre Kapadokya’da bir ejderhayı öldürerek kazanır. Bu ülkede bir gölün altında yaşayan bir ejderhanın şerrinden korunmak için her gün hayvanlarını kurban eden halk, kıtlık zamanı hayvanlar azalınca çocuklarını kurban vermeye devam ederler. Kurban olma sırası kralın kızı prensese geldiğinde oradan geçmekte olan St. George kendisini prenses yerine kurban edilmesini teklif eder ve gölün altındaki canavarla savaşıp, onu mızrağıyla (kimine göre kılıcıyla) öldürür ve halkı bu mezalimden kurtarır. İşte onu kahraman aşamasına çıkaran olay budur ve öldürürken kullandığı mızrağın adı Ascalon’dur.
 St. George o kadar ünü yayılmış ki birçok ülke onu kendi ülkelerinin koruyucu azizi olarak benimsemiş. Bu ülkelerin en başında İngiltere gelmektedir. Hatta İngiliz bayrağı St. George Haçı temel alınarak beyaz zemin üzerine kırmızı haçtan oluşmaktadır. Portekiz ordusu savaşta “Saint George” şeklinde naralar atarak savaşa girer. (Türklerin “Allah Allah!” bağırması gibi.) Gürcistan’da (Georgia) çokça sevilen bir azizdir. Benzer şekilde Ukrayna’da da Ejderhayı öldürdüğü gösteren heykeller mevcuttur.

İşin ilginç yanı Türkiye’de de azımsanmayacak kadar Saint George ile ilişkilendirilen yapı bulunmaktadır. Bunlardan en önemlisi Fener’de bulunan Aya Yorgi Patrikhanesi, Büyükada’daki Aya Yorgi Kilisesi, Samatya’daki Ermeni Surp Kevork Kilisesi gelmektedir. Benzer şekilde Avusturya Lisesi de Sankt Georg Avusturya Lisesi olarak bilinir. (Amblemi nedeniyle Galatasaray Spor Kulübünün ambleminin bu okuldan esinlendiği! söylenir.)

Bu kadar ön bilgilendirmeden sonra Danilov beşlisinin sonuncu kitabı ” Son Ayin” hakkına da bir iki şey söylemek istiyorum. Hikâyeyi bilmeyenler için kitap serisi Çarlık Rusya’sının kuruluş aşamalarından Son Çar 2.Nikola ve ailesinin öldürülmesi ve Sovyet devrimi ile sona eren Çarlık Rusya’sı arka fonunda bir vampirlik öyküsü. Gerçek Rusya tarihi, Çar Deli Petro’nun yoktan var ettiği (Seride çok önemli bir yer teşkil ediyor.) Saint Petersburg ve büyüleyici Moskova  ile Vampir hikâyeleri o kadar güzel bir şekilde kaynaştırılmış ki zaten birçok efsane ile örülü bir tarih bu kadar güzel anlatılabilir. Jasper Kent, J.K.Rowling’in Harry Potter serisinde büyücü ve cadılarla yaptığını , burada vampirler üzerinde uyguluyor. Aklınıza gelmeyecek açıdan vampirleri ele alarak heyecanı üst düzeyde tutmayı başarıyor. Vampiri öldürme metodları, tekrar canlandırma ritüelleri, Vampir çetesi kurmak, Işığı kullanmak vs. Rus tarihinde önemli olayları, ( Napolyon’un Rusya seferi, Devrimler, Ayaklanmalar, Alman’ların Rusya seferi, vs…) kaçınılmaz soğuğu ve karı ile yeterince detaylı anlatıp okuyucuyu sıkmadan bilgilendiriyor.   

En son kitabında ise yine bir deneme yaparak bu sefer geçen kitabında öldürdüğü vampiri onu öldüren kişinin bedeninde canlandırıyor.  Fakat kendisini öldüren kişinin ruhu da aynı bedende yaşamını sürdürmeye devam ediyor. Kitap birbirinden nefret eden iki varlığın aynı (artık iyice yaşlanmış) bedende birbiri ile mücadelesine tanık oluyoruz. Birbirinin düşüncelerini, anılarını görebiliyorlar. İsterlerse bir fikri saklayabiliyorlar fakat bunun nasıl yapıldığını öğrenmeleri zaman alıyor. Öte taraftan bedensel acı ve zevk her iki varlık tarafından hissedilebiliyor. Bu da hikâye boyunca değişik şekillerde kullanılmış.  Bir taraftan Danilov vampirden kurtulmak için kendisini bile öldürmeyi düşünürken, Iuda buna bedenin kullanımını ele geçirerek engel olabiliyor. Benzer şekilde bir şekilde Danilov’un da vampir olma ihtimali belirince Iuda bu sefer bedeni öldürmeye çalışırken Danilov hayatta kalmaya çalışıyor. Jasper Kent serinin sonunda diğer kitaplarında da yaptığı gibi güzel önermeler sunarak okuyucunun ilgisini çekmeyi başarıyor. Kesinlikle tavsiye edebileceğim bir seri. 

Keyifli okumalar.


24 Eylül 2012 Pazartesi

Secretum - Rita Monaldi & Francesco Sorti

Secretum - Rita Monaldi & Francesco Sorti




Kitap, Kastrato rahibimiz Atto Melani ve ilk kitaptaki çömez hancı çırağı'nın 15 sene sonraki 10 günlük macerası üzerinedir. Çırak evlenmiş ve iki kız babası olmuş. Etraftaki villalarda bahçevanlık yaparak hayatını kazanmaya çalışmaktadır. Bu arada sevgili karısı da çevre evler için ebelik mesleğini yürütmektedir.

Papa'nın baş kardinallerinden biri olan Kardinal Spada'nın villasında olan düğün ziyafeti süresince geçen olaylar anlatılmaktadır. 4 gün ve 4 gece sürecek bu ziyafet için Roma'nın kalbur üstü kişileri davetlidir. Dillere destan olması için çok önem verilen bu düğün, aynı zamanda yaklaşan Papalık seçimi için toplanacak olan Kardinaller Meclisi için ön bilgilendirme toplantılarının mekanı olacaktır.

Öte tarafta İspanya kralı da kendi soyundan kimse olmadığı için tahtı kime bırakması için Papadan yardım istemektedir. Bu düğün ziyafeti, aynı zamanda bu kararı tek başına veremeyecek kadar hasta ve yaşlı olan Papa'nın yerine atadığı kardinallerin toplanıp, karar alacağı yer olacaktır.

Tüm bu olaylar Villa Spada'daki eğlencelerde görüşüleceği belli iken, bu işlerde uzman olan Fransa Kralı'nın casusu Atto Melani'nin bir şekilde bu davete kendini davet ettirmesi kaçınılmazdır. Bir şekilde bu toplantılarda yer alarak, ortamın nabzını tutup, gereğinde bir kaç müdahele ile Fransa lehine bir sonuç çıkmasını sağlamaktır niyeti.

Tüm kitap boyunca Fransa Kralı XIV.Louis'in aşk hayatını takip ederiz. Sevdiği kızdan Kraliçe ve baş danışman Mazarin'in çabaları ile ayrılması, sonra İspanya Prensesi ile evlenmesi, fakat eşi kraliçeye rağmen hem de alenen bir çok kadınla birlikte olması. Hatta onlardan çocuklar doğurması, onu çok yakından tanıyan rahip tarafından anlatılır.

İlk kitapta olduğu gibi yemek ve müzik çok önemli yer tutar. Tüm şenlikler boyunca yenilen yemekler çok detaylıca anlatılmaktadır. Bahçedeki ziyafetlerde kurulan Osmanlı Çadırları ve hizmetkarların yeniçeri kıyafetleri içinde servis yapması küçük detaylardır. Müzik, özellikle Follia ezgisi tüm kitap boyunca anılır.

Daha önceki kitapta detaylıca anlatılan Veba'nın yerini Cerrato'lular almıştır. Serseri veya dilenci olarak belirtilen bu kişiler, kaç çeşit gruba ayrıldığı, tarihçesi, konuştukları diller, yönetimlerle ilişkileri, geçinme metodları gibi detaylıca irdelenir.

Villa Spada yakınındaki Kadırga malikanesinde, tüm katlar kahramanlarımız tarafından inceden inceye gezilir. Duvarlardaki yazılardan, resimlere, gizli odalara, bahçelere detaylıca anlatılmaktadır. Ne yazık ki kitabın sonunda bu muhteşem villanın daha sonra tamamen yıkıldığını öğreniyoruz.:-((

Sonuçta İspanya Kralına veliaht seçilmesi ve Papanın yerine geçecek kardinalin belirlenmesinin birbiri ile ilişkili olduğu anlaşılır. Sonuçta hazırlanan iki sahte belge ile İspanya tahtına bir Habsburg'lu yerine Fransa Kralının torunu bir Bourbon'lu seçtirilir. (Bu ilk başta Fransa için avantajlı bir durum yaratmışsa daha sonra çıkan savaşlar, Avrupa üzerindeki güçlü hegemonyasının kaybolmasına sebebiyet vermiştir.)

Kitabın sonunda yazarlar yine oldukça doyurucu biçimde yaptıkları araştırmaları, gerçek olayları, belgeleri ve analizleri okuyucu ile paylaşmaktadır.

Kitap uzun, fakat kitaptaki isimlere aşinalığımızdan mıdır, yoksa yazarların anlatım şekline alıştığımızdan mıdır bilinmez, daha akıcı bir şekilde okunuyor kitap!Tavsiye ederim!

29 Temmuz 2012 Pazar

Çarın Laneti - Jasper Kent


Çarın Laneti - Jasper Kent

Jasper Kent, Danilov beşlisinin üçüncüsünde yine Rusya ve vampir konusunu işliyor. Bu sefer 1855 yılındayız ve Fransız, İngiliz, Osmanlı, İtalyanlar Rusya'ya Karadeniz üzerinden saldırıyorlar. Sivastopol ve Kırım müdaafaları eşliğinde ikinci kitapta toprak altına gömülen vampirler günyüzüne çıkıyor ve kendilerine büyük işkence eden ve sonradan kendisi de vampir olan "Cain" öc almak üzere Moskovay-'ya yola çıkıyorlar. Aleksey  ve Dominika, ikinci kitabın sonunda Sibirya'ya sürgüne gönderilmişti. bu kitabın sonunda çok az bir görünüyorlar. Bu kitabın asıl kahramanları Yudin (veya daha çok bildiğimiz adıyla Yudin), Aleksey'in oğlu Dimitry ve Aleksey'in kızı Tamara. Tamara özellikle 1812, 1825 ve 1855 yılında meydana gelen birbirine benzeyen cinayetleri araştırır. Bütün ipuçları Aleksey'i göstermektedir!

Sürpriz bir sonla biten kitap, dördüncü kitaba yol açmaktadır. Kitap anlatımı olarak ilk 2 kitap gibi çok sürükleyici. Elinize aldığınızda çok hızlı bir şekilde bitirebiliyorsunuz.

Rusya'nın tarihi şavaşlarının fonunda bir vampir öyküsü formatı, ilk iki kitabın gölgesinde kalmış. Çok fazla bir yenilik getirmemiş! İlk kitapta bu çok inovatif bir fikirdi. İkinci kitapta ise vampirlere yapılan detaylı deneyler ve vampirler üzerindeki etkileri bende J.K. Rowling'in büyücüler ve cadılar dünyasını detaylıca tanıtmasını andırdı. İlk iki kitapta kitabın lokomotifi olan Aleksey Danilov'un olmaması belki bu etkiyi yarattı. Umarım sonraki kitapta bu eksiklik telafi edilir!

8 Temmuz 2012 Pazar

Imprimatur - Rita Monaldi & Francesco Sorti


Kitabımız "Imprimatur", Latince "Imprimatur secretum , veritas mysterium. Unicum..." bir özdeyişten alıyor. "Sırları istediğiniz kadar yayınlayın, gerçek esrarını korur." Kitap bir dörtlü olarak başlamış fakat kitaplar basıldıkça aslında anlatılacak daha yeni konular olduğu görüldü.  Kitaplar yayınlanmaya başladıkça bu latin özdeyişin sonu nereye varacak göreceğiz :-))

Basılan her kitap, adını özdeyişin kelimelerinden alıyor. Şu ana kadar Türkiye'de sadece ilk iki kitap yayınlanmış. Imprimatur ve Secretum. (Malesef Secretum tükenmiş durumda. :-((Ben kolay kolay bulamadım. Nadir Kitap imdada yetişti. :-))

Konu, 1683 tarihindeki Merzifonlu Kara Mustafa Paşa komutasındaki Osmanlı Ordusu, Viyana önlerindeki kuşatması sürerken, Roma içerisindeki bir handa kalan bir Fransız soylusunun ölmesi sonrasında yaşananlar. (Cümle uzun, konu kısa :-))

Handa ölen Fransız soylusunun kuşkulu ölümü, o zamanın en büyük belası Veba nedeniyle hanın karantina altına alınmasına sebep olur. İçeride kalan konuklar, hancı ve çırak (bu hikayenin anlatıcısı) dokuz günlük bu karantina sırasında yaşadıkları, zamanın çalkantılı siyaset hayatı ve Roma'nın imparatorluk zamanından yapılmış yeraltı tünelleri ve hikayeleri kitabın konusunu oluşturmaktadır.

Papa, XI. Innocentius'un büyük destekleri ile haçlı ordusu Osmanlı ordusunu yenilgiye uğratır ve kuşatma kalkar. Tüm avrupa!da yaşanan bir sevinç dalgası ile han üzerindeki karantina da kalkar.

Kitap, özellikle Fransa Kralının bir casusu olarak handa bulunan kastrato rahip Atto Melani ve çırak üzerinden ilerler. Rahip, çırağın elinden tutup hem ona ustalıklarını aktarmak hem de han da yaşanan gizemlerin sebeplerini bulup göstermek istemektedir. (Gerçek amacı bu mudur casus rahibin?!)

Kitap, bir handa karantina altındaki konukları anlatsa da onların yaşadıkları ve o dönem yaşanan siyasi durumlar nedeniyle çok katmanlı bir kitap. Vatikan ve Papa, Fransa ve 14.Louis iki önemli siyasi karakterlerdir bu romanda ele alınan. Hikayenin anlatımı (her ne kadar yazarlar kabul etmese de!) Umberto Eco'nun ünlü romanı  "Gülün Adı'nı" çağrışmaktadır. Bir ölüm ve sırları keşfetmek için dedektif bir rahip ve çırağı! Gülün Adı'nda hikaye 7 güne bölünmüş olarak sunulurken, Imprimatur'da olaylar 9 gün içerisinde geçiyor. Çok fazla benzerlik! Anlatım şekli de Umberto Eco ile benzerlik gösterir. Bir olay anlatılırken o dönemdeki olaylar da önemli karakterler ile anılarak anlatılır. (Okuyucu için oldukça zorlayıcı ve tam anlamıyla konsantre olup takip etmesini gerektirir.)


Veba, kitapta çok önemli bir yer tutuyor. "Veba"yı biyolojik bir silah gibi kullanmayı düşünen 14. Louis! Veba'nın tarihte tedavi örnekleri, ve baş müfettiş Foquet'in Veba'nın yok edilmesi ile ilgili müthiş buluşu! 

Gelelim kitabın sevdiğim yanlarına;

Öncelikle kitap bir müzik CD'si ile birlikte gelmekte. Kitabın hangi sayfasında CD'den hangi parçanın çalınacağı belirtilmiş. Bu yüzden kitabı okurken aynı zamanda kulağa da hitap eden klasik müziğin tınılarını dinliyorsunuz. (Çok hoş ve inovatif buldum!)

Kitabın sonundaki kaynakça kısmı beni çok etkiledi. Çok fazla araştırma yapıldığını ve tarihi bir roman yazarken düş gücün ötesine tarihi gerçeklere değinmenin zorluğu, yazarın (ların) ne kadar titiz ve derin bir çalışma yaptığını göstermektedir. Bundan önce Michael Crichton'un " Zaman Tüneli" kitabı da benzer derinliği ile beni etkilemişti.

Kaynakçanın bir diğer güzel kısmı sadece bir liste olarak bırakılmayıp, kitabın anlatıcısı tarafından gerçekten araştırma yapılırken referansları ile birlikte sunulmasıydı. Kaynakça kısmını da roman içerisine dahil edilmiş. (Bu da inovatif bir yaklaşım, bence!)

Yazarlar, kitapta gerçekten bu kitabın yazarı olarak geçen tarihi bir kişilik olarak romana geçmişler. Sanki tarihte yaşayan bir kahraman olarak hikayeye eklemişler kendilerini. :-) Eserlerinde yazarın kendi isminin geçmesi daha önce de kullanılan bir teknik, burada da çok güzel olduğunu belirtmek isterim.

Kitap, "Yenik düşenlere" ithaf edilmiş. Herkesin bildiği tarih, güçlülerin ve kazananların tarihidir. Bu arada hakkı yenilmiş, ve güçlüye baş kaldırmış nice karakter de ne yazık ki bu tarih içerisinde "yenik" yaftasını alarak ya hiç bahsedilmeemiş ya da tam tersi bir anlayışla tanıtılmıştır. İşte bu kitap da tarihte kötü ve başarısız diye etiketlenen iki önemli şahsiyeti başka bir gözle tanımamızı sağlıyor. Elde edilen belgelere göre hiç de tanıtıldığı gibi olmayan bu iki karaktere "Atto Melani ve Foquet" ithaf ediliyor. Biri casus yaftası altında değeri çok fazla verilememiş bir rahip, diğeri ise 14. Louis zamanının Baş müfettişi. Kralı bile kendisine sırtını dönüp, onu bir zindanda hapsettirmiş!

Kitabın sonunda özellikle Papa XI.Innocentius hakkında detaylı bir bölümle aslında hiç de görüldüğü gibi bir kutsal kişi olmadığı , hatta azizliğin yanından bile geçmediği belgeleniyor. Kendi ve ailenin parasal çıkarları için görünüşte Yahudilere bankacılığı yasaklıyor! Onun ötesinde Protestan bir krala İngiltere'yi işgal etmesi sırasında maddi destekte bulunuyor. (Oranje'li Willem) Hatta bu destek ile İngiltereyi istila edip İngiltere'nin protestan olmasını sağlıyor ve Papalığın başındaki Katolik kilisesinden ayrılmasına sebep oluyor! Enteresan!

Yine kitabın sonunda yazarlar, eserleri hakkında gelebilecek benzetme ve eleştirileri yine hikayeye bağlı bir şekilde yapıyorlar. Olayın kapalı bir mekanda (Han) bir ölüm ile süslenmesi ve öldürenin de handa kalanlardan birisi olma ihtimali, Agatha Christie'nin ünlü dedektifi Hercule Poirot romanlarını çağrıştırmakta olduğunu belirtmişler. Aynı şekilde benim en başta yaptığım Gülün Adı romanındaki Baskerwille'li William ve Melk'li Dom Adso benzetmesi yerine Sherlock Holmes ve Dr. Watson benzetmesi uygun bulunmuş!

Sonuçta kitap çok bilgiler veren çok güzel bir kitap, fakat okuyucunun da sabırla olayları takip edebilmesini gerektiriyor! Okurken zorlanabildiğiniz, ama tamamlandığında iyiki okumuşum dediğiniz bir kitap!

22 Mart 2011 Salı

Kutsal Kefen - Julia Navarro

Kutsal Kefen

İsa peygamber gömülürken sarıldığı belirtilen kefen Torino'da San Giovanni Battista Katedralinde sergilenmektedir. Arka arkaya yaşanan yangınlar, polis şefi Marco Valoni'nin birilerinin kefeni kaçırmaya çalıştığını düşündürür. Tüm ipuçları Urfa'daki (yine Urfa!) gizli bir hiristiyan bir topluluğa götürür. Öte taraftan yinr tapınak şövalyeleri ile kefen arasında bir bağlantı bulunur. (Yine efsanevi tapınak şovalyeleri)

Roman iki koldan devam ediyor. Yazar, bir taraftan günümüzde yaşanmakta olan kefeni kaçırmaya çalışan dili kesik hırsızlarla Urfa arasındaki bağlantıyı ortaya çıkarmaya çalışıyor. Diğer kolda ise İsa'nın ölümünden günümüze kefenin tarih boyunca izlediği yol ve maceralar anlatılıyor. Kefen'in orta asyadan, Urfa- İstanbul, Fransa, Portekiz, İtalya, ve İskoçya gibi coğrafi bölgeler arasındaki yolculuk yaşanan tarihi olaylar çerçevesinde anlatılıyor.

Yazar, bence güzel bir konuyu yine popüler bir mit olan tapınak şövalyelerine bağlayarak garantili bir satış grafiği sağlamış olduğunu düşünüyorum. Ne yazık ki Tom Knox romanlarından sonra bana biraz daha zayıf bir kitap olarak geldi. Özellikle tüm düğümün çözüldüğü son bölüm çok basit ve artık bitirelim havasında tamamlanmış gibi. Kitap bittiğinde yine tarih konusunda yeni şeyler öğrendiğim için sevdim ama dediğim gibi bu kitap itibarı ile Julia Navarro bir Tom Knox değil. Ama Kutsal kefen derinlemesine işlenip açık ipuçları için güzel önermeler getirmiş. Bu arada tarih konusunda açıklık getirmiş. Adeta kefenin tarih boyunca yaptığı yolculukta beraber seyahat etmiş gibi oluyor okuyucu. 

Özellikle kafamızı kurcalayan kimsenin pek görmediği ama bildiği aileleri (Rockafeller, Rotchild, ...) tapınak şövalyelerine bağlamış. Böylelikle uzun bir zaman boyunca büyük bir hazineye hükmeden tapınak şövalyelerin aslında tarihten silinmediğini, günümüzde hala devletler üstü bir konumda dünya politikasını etkileyen bu aileler oldukların altını çizmiş. 

Kitapta özellikle Fransa kralı ve Papa'nın nasıl işbirliği yapıp tapınak şövalyelerini nasıl tarihten sildikleri detaylıca anlatılmış. 

Hoşuma giden bir konu ise İtalyan dedekiflerden birisinin Urfa'da bulunan gizli örgütün Hiristiyan  olmasının çok şaşırtıcı olmaması gerektiği çünkü Atatürk'e teşekkür ederek Türkiye'nin laik bir ülke olduğunu belirtiyor! :-)

Belki yanlış zamanda okuduğum için çok başarılı bulmadım, bir Dan brown veya bir Tom Knox okumasaydım çok daha memnun olabilirdim. Ama yine de Kutsal kefen konusunda derinlemesine bilgi veriyor. Tarihte geçen kısmı çok daha güzel iken günümüzde geçen kısmı çok yavan kalmış. :-(

17 Ocak 2011 Pazartesi

The Marks Of Cain - Tom Knox

Tom Knox, “Yaratılış Sırrı” kitabındaki formülü bu kitapta da aynen uygulamış. Hangi formül diye soracak olursanız!; Bir tarafta işkence ile öldürülen insanlar, seri cinayetler. Diğer tarafta tarihten gelen bir takım bilgilerin belli bölgelerde izdüşümlerinin incelenmesi. 2 hikaye sonlara doğru birleşip yüksek oktanlı bir sonla bitiyor. J Dan Brown’un özellikle popüler hale getirdiğini düşündüğüm tarihteki olaylardan destek alıp, günümüzde bir gizi ortaya çıkaran romanlardan diyebiliriz. Bunu romanı küçümsemek için değil, tersine kesinlikle bilmediğim bir çok şey öğrendiğim ve zevkle okuduğum bir kitap oldu. Kitabın ne yazık ki Türkçe basımı yok şu anda. İngilizce versiyonunu okudum. Türkçeye çevrilme olasılığı çok yüksek. (Umarım ilk kitapta yaşanan Türkçe imla hataları bu kitapta yaşanmaz temennisi ile özetine geçelim. J)

16 Ocak 2011 Pazar

Şah&Sultan - İskender Pala

Yavuz Sultan Selim ile Şah ismail arasındaki mücadele, her iki tarafın bakış açısıyla anlatılmaktadır. Reha Çamuroğlu'nun "Şah İsmail"inde Şah İsmail tarafından anlatılan tarihi olaylar bu sefer her iki tarafın bakış açısıyla anlatılmıştır. Her iki tarafın iktidar olmaları aşamaları, savaşları, mücadeleri anlatılmıştır. Bu arada her iki tarafın "Taçlı Hatun" Bihruze'ye karşı duyulan sevgi, kitabın en önemli  olaylardan biridir.

Kitapta her bölüm bir beyitle başlamaktadır. Selim, Selimi mahlasıyla yazmıştır. Şah İsmail'in beyitleri ise Hıtay ellerin sahibi anlamına gelen "Hıtayi" mahlasıyla yazılmıştır. Fakat Çaldıran şavasında büyük hata yaptığını kabul ederek "Hatayi" mahlasıyla yazmaya başlar.

Kitapta karşıtlıklar, ikilemler sorgulanmış, irdelenmiştir. Yavuz - İsmail, Sultan - Şah, Bihruze - Gülizar Begüm , Kamber - Hüseyin, Sevgi - Aşk, Sevgi - Kıskançlık anlatılmıştır. Şah İsmail'in bakış açısını Kamber tarafından; Osmanlı bakış açısını da yine bir kızılbaş olan Hüseyin Can tarafından dile getirilmiştir. Bu tarihi romanda savaşların ortasında yaşanan aşk ve sevgiler Taçlı Hatun Bihruze ağırlıklı olarak yaşanmıştır. Ömer, Yavuz Sultan, Şah İsmail, Kamber hepsi de güzelliği dillere destan Taçlı Hatun'a aşık olmuşlardır.